SAHİH-İ MÜSLİM

     Konular Numaralar  

 

 

867 nolu Hadis’in İzahı:

 

Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in hutbe esnasındaki hiddeti hakkında Kaad îIyaz şunları söylemiştir: «Tehdîd eden ve korkutan kimsenin hükmü budur. Hiddetinin artmasından murâd: Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in hiddetli bir kimse sıfatı takınmasıdır. Bu şekilde hareketi; şeriata muhalif gördüğü bir hareketi yasak etmek için de olabilir. Vaizin sıfatı dahî böyle konuşacağı şeye uygun olmalıdır...»

 

Nevevî : «Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in fazla hiddetlenmesi ihtimâl büyük bir inzâr ve tehdîdde bulunacağı zamana mahsustur.» diyor.

 

Hadîsdeki «saat» kelimesi hem merfû' hem de mansûb olarak rivayet edilmişse de mansub rivayeti daha meşhurdur. Bu takdirde kelime mefûlü ma'adır.

 

«Yakrunu» kelimesi dahî bazı rivayetlerde «yakrinu» şeklinde zaptedilmiştir. Fakat onun da meşhur ve fasîh olan kıraati «yakrunu» dur.

 

Sebbâbe: şehâdet parmağı demektir. Bu kelime sebbetmek yani söğmekden alınmadır. Araplar söğerken şehâdet parmağı ile işaret ettikleri için ona bu isim verilmiştir.

 

Kaadî Iyâz'in beyanına göre Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in şehâdet parmağı ile orta parmağını bir yere getirerek: «şunlar gibi...» buyurması ya birbirlerine pek yakın olduklarını temsildir. Yânı şu iki parmağın aralarında nasıl başka bir parmak yoksa, kıyametle benim aramda da başka Nebi yoktur; demektir. Yahud aralarındaki müddetin yakınlığını takriben beyandır. Nitekim bir hadîsde :

 

«Dünyanın Ömrü yedi basamaktır; ben yedinci basamakta gönderildim» buyurulmuş; başka bir hadîsde,de: « İsrâfîli gördüm. Sûru kapmış; üfürmek için kendisine izin verilmesini bekliyor.» denilmiştir.

 

«Emmâ ba'dü» İmam Sîbeveyh'e göre «her ne olursa olsun-» ma'nasına gelir. Bu ta'bîr, sözün evveli ile sonunu bir birinden ayırmak için kullanılır. Ferrâ' bunun «emmâ ba'den». «emmâ ba'dü» ve «emmâ ba'dün» şekillerinde okunmasını tecviz etmiştir.

 

«El-Muhkem» nam eserde bunun: «Sana ettiğim duadan sonra...» ma'nasına geldiği bildiriliyor. Bazıları: «geçen sözden sonra» yahut «bana ulaşan haberden sonra» ma'nasına geldiğini söylemişlerdir.

 

— Bu sösü ilk defa kimin söylediği ihtilaflıdır. Taberânî'nin merfû' olarak rivayet etti Ebû Mûse'l Eş'arî hadisine göre Hz. Davûd (Ateyhisselâm)'dır. Bir çok müfessirler bunun «fasl-ı. hıtâb» olduğunu ve Hz. Davûd (Aleyhîsselâm)'a verildiğini beyan etmişlerdir. Muhakkak ulemâya göre fasl-ı hıtâb: hakla bâtılın arasını ayırmaktır.

 

Mezkûr ta'bîri ilk defa Ya'rub b., Kahtan kullanmıştır; diyenler bulunduğu gibi, Kuss b. Sâide'nin söylediğini iddia edenlerde vardır. Bu gün «emmâ ba'dü» ta'bîri hutbelerde hamdü sena ile hatibin söylemek istediği asıl mevzuun arasında ve tasnîfâtda kullanılır,

 

«Hüdâ» kelimesi Müslim'in «Sahîh» inde hâ'nın zamm île rivayet olunmuşsa da başka yerlerde hâ'nın fethî ve dalın sükunu ile «hedy» şeklinde zaptedilmiştir. Herevî, «hedy» i yol diye tefsir etmiştir. Bu tefsire göre hadîsin ma'nası: «yolların en güzeli Muhamnıed'in yoludur.» demek olur.

 

Hûda: irşâd ve delâlet ma'nasına, geldiği gibi bâzan: kalpde îman halketmek ma'nasında da kullanılır: «gerçekten sen doğru yola hidayet edersin» ayet-i kerîmesi birinciye,

 

«Şüphesiz ki sen dilediğine hidâyet veremezsin; lâkin dilediğine Allah hidâyet verir,  âyet-i kerimesi ikinci ma'nâya misâldir.

 

«Kul kendi fi'linin ve bu meyanda îmân ve hidâyetinin halikıdır» diyen Kaderiyye taifesi «hidayet» kelimesinin her yerde dua ve irşâd ma'nasına geldiğini iddia etmişlerdir. Fakat Teâlâ  Hazretlerinin :

 

«Allah Dar-ı Selâm'a da'vet eder; ve dilediğini doğru yola hidâyet buyurur.» âyet-i kerimesi onların bu fâsid mezhebini reddeder. Çünkü âyet duâ ile hidayetin bir olmadığını göstermektedir.

 

Bid'at: eskiden örneği olmayıp yeni çıkarılan şey demektir. Bu kelime ekseriyetle dînde çıkarılan yenilikler ma'nâsında kullanılır Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in: «Her bid'aî dalâlettir.» sözü bir âmm-i mahsustur. Bu ifâde ile o: «ekseri bid'atlar dalâlettir.» demek istemiştir

 

Ulemâ bid'atı: Vâcib, mendûb, haram, mekruh ve mubah olmak üzere beş kısma ayırırlar. Meselâ:

 

1- Kelâm ulemâsının usulünce deliller tertîb ederek dinsizlere red cevabı vermek ve emsali vazifeler vâcib;

 

2- İlmî kitaplar tasnif etmek, mektepler ve kışlalar yapmak gibi şeyler mendûb;

 

3- Muhtelif yemekler ve çeşitli meşrubat kullanmak mubahtır. Haram ile mekruh belli oldukları için onlara misâl vermeye lüzum görülmemiştir.

 

Nevevî diyor ki: «Söylediklerim böylece bilindikden sonra anlaşılır ki bu hadîs âmm-ı mahsustur. Buna benzeyen sair hadîsler de öyledir. Hz. Ömer b. El-Hattâb (Radiyallahû anh)'ın terâvîh hakkında: «Ne güzel bidat bu!» demesi bizim söylediklerimizi te'yîd eder.» Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:

 

«Ben her mü'mine kendi nefsinden ileriyim» sözü Teâlâ Hazretlerinin :

 

«Nebi mü'minlere kendi nefislerinden İleridir...» âyet-i kerimesine uymaktadır. Buradaki evleviyyetten murâd: daha yakın yahut daha haklı olduğunu bildirmektir. Çünkü Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mü'minlere dâima din ve dünyalarına yarayacak, onları iki cihanda mes'ud edecek şeyleri emreder. Nefis ise tabiatı iktizası şerre daha meyyaldir. Onun içindir ki  Hz. Yusuf (Aleyhisselâm)

 

«Ben nefsimi temize çıkarmıyorum; zîrâ nefis cidden kötülüğü emredicidir.» demişti.

 

Ashab-ı Kiram hakîkaten Resulü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizi kendi nefislerinden ileri tutarlardı. Başta Uhud gazası olmak üzere bütün gaza ve seferlerdeki hareketleri bunu isbât eder.

 

İmam Nevevî bu hususta; şunları söylemiştir: «Ulemamız diyor ki: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir kimsenin yiyeceğini almaya muztar kalsa o kimsenin pek ziyade ihtiyacı, bile olsa onu alabilir. Sahibinin hiç bir mumâneat göstermeyip yiyeceği ona vermesi icâbeder. Yalnız bunun vukuu görülmemiştir.

 

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) «Her kim borç veya çoluk çocuk bırakırsa bunlar bana aid ve benim borcumdur» buyurmakla kendinin her mü'mine kendi nefsinden ileri olduğunu tefsir ve izah buyurmuştur. Filvaki islâmiyetin ilk zamanlarında bir kimse borçlu ölür, de borcunu ödeyecek mal bırakmazsa Resulü Zîşân (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz onun cenaze namazını kılmaz; bu suretle ashabının nazar-ı dikkatlerini celbederek ihmalkârlıktan onları men ederdi. Sonraları müyesser olan fütuhat sayesinde müslümanların maddî vaziyetleri düzelince böylelerin borçlarını bizzat Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) üzerine aldı ve bil fiil ödemeye başladı.

 

Nevevî bu hususda da şunları söylemektedir: «Böyle bir borcu ödemek Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e vacibmi idi yoksa onu sırf lütfü kereminden mi ödüyordu? bu husus ulemamız arasında ihtilaflıdır. Esah olan kavle göre vâcibtir. Bunun Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in hasâisinden olup olmadığında dahî ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre onun hasâisındandır. Binaenaleyh geride hiç bir mal bırakmadan borçlu olarak vefat eden kimsenin borcunu devlet reisinin Beytülmalden ödemesi lâzım gelmez; velev ki Beytülmal Zengin olsun ve bunda daha mühim bir iş de bulunmasın.

 

«Fakat borç veya çoluk çocuk bırakırsa bana âid ve benim üzerimedir.» cümlesinde hem leffi neşr-i müretteb hem de îcâz vardır. Cümleden murâd: «çocuklarına bakmak bana âid, borcunu ödemek de benim üzerime düşen bir vazifedir.> demektir.

 

Çocuklara Beytülmalden ilk defa nafaka veren Hz. Ömer (Radiyallahû anh) olmuştur. Ebû Bekr (Radiyallahu anh) Beytülmalden nafaka verme hususunda müslümanlar arasında fark yapmaz ve: «Bunlar Allah için çalıştılar; binâenaleyh ecirleri de Allah'a âiddir. Beytülmaldeki nafaka ise gelip geçici bir arazdır. Ondan iyiler de yer kötüler de. Bu onların amellerinin karşılığı değildir.» dermiş.

 

Hz. Ömer (Radiyallahû anh) bilâkis müslümanlar arasında tercihde bulunur: «Ben Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellemj'e karşı harbedenleri, onunla birlikde düşmanına karşı harb edenlerle bir tutamam.» dermiş. Çocuklara Beytülmalden yiyecek, yağ ve para verir; fakat memedeki çocuklara bir şey tahsis etmezmiş. Hatta bir akşam emmek isteyen bir sabîye rastlamış. Annesi onu emzirmiyormuş. Hz. Omer (Radiyallahû anh) emzirmesini emredince. Kadın: «Emzirirsem Ömer buna Beytülmalden bir şey vermez»  demiş. Hz. Ömer (Radiyallahû anh): «Hayır! Ömer ona nafaka takdir eder.» diyerek çocuğun emmesini te'mîn etmiş. Ondan sonra yeni doğan çocuklara senede yüz dirhem nafaka bağlamış.